Tarihi, doğası, ekonomisi ve tarihi ile en önemli şehirlerimizden Hasankeyf farklı özellikleri ile merak ediliyor. Hasankeyf hakkında birçok detay merak edilirken Hasankeyf nerede, Hasankeyf hangi bölgemizdedir? Hasankeyf haritası ve konumu konuları araştırıldı. Peki, Hasankeyf nerede, Hasankeyf hangi bölgemizdedir?
HASANKEYF NEREDE?
Alan: 320 km²
İl: Batman
Hasankeyf, Batman’a bağlı olan, iki yakasını Dicle’nin ayırdığı tarihi bir ilçedir. İlçenin tarihi, 12.000 yıl öncesine kadar gitmektedir. 1981’de doğal koruma alanı ilan edilmiştir. Ilısu Barajının su tutması sonucunda tarihi yerleşim 2020 yılı Mayıs ayında sular altında kalmıştır.
Kayalara oyulmuş konutları nedeniyle, Süryânice Kifo (kaya) kelimesinden türetilmiş Kifos ve Cepha / Ciphas isimleriyle bahsedilen şehir “Mağralar Şehri” ya da “Kayalar Kenti” anlamına Arapça ve “Hısnı Keyfa” denilmiştir. “Hısn-ı keyfa” adı Osmanlılar zamanında Hısnıkeyf, halk arasında da Hasankeyf şekline dönüşmüştür.
TARİHÇE
Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır. Hasankeyf höyüğünde yapılan çalışmalarda 3.500 yıldan 12.000 yıl öncesine kadar arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır. Yerleşim, Yukarı Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde ve Dicle Nehrinin kenarında kurulmuş olması nedeniyle stratejik bir öneme sahipti. MS 2. ve 3. yüzyıllarda sınır yerleşimi olarak Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiştir.
Diyarbakır ve çevresini ele geçiren Roma İmparatoru II. Constantius, bölgeyi Sasanilerden korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir. MS 363 yılında inşa edilen kale uzun süre Roma ve Bizans egemenliğinde kaldı. Hristiyanlığın bölgede 4. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamasından sonra yerleşim Süryani piskoposluğunun merkezi durumuna geldi. Kadıköy Konsili tarafından MS 451 yılında Hasankeyf’teki piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiştir. Hasankeyf 640 yılında, Halife Ömer döneminde İslâm ordusu tarafından ele geçirildi. Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler ve Mervaniler egemenliğinde kalan yerleşim 1102 yılında Artuklular tarafından ele geçirilmiştir.Artuklu Beyliği’nin 1102-1232 yılları arasında başkentliğini yapan Hasankeyf, en parlak dönemini bu tarihlerde yaşamıştır. Artuklular döneminde imar edilerek kale kasabası özelliğinden kurtulup şehir haline geldi. 1232 yılında Eyyubiler tarafından ele geçirilen yerleşim, 1260 Moğollarca ele geçirildi ve tahrip edildi. Hasankeyf’ in Eyyubi hakimi Hülagü’ ye bağlılığını bildirerek şehirdeki egemenliğini devam ettirebildi. Hasankeyf, 14. yüzyılda önemli bir şehir olma özelliğini korumakla birlikte eski parlak günlerine kavuşamadı. 1462 yılında Uzun Hasan tarafından ele geçirilen şehir Akkoyunlu topraklarına katıldı. Akkoyunlular’ ın zayıflamasıyla 1482 yılında Hasankeyf’te Eyyubi emirlerinin yönetimi yeniden başlamıştır. Bir süre sonra Safeviler’in denetimine geçen yerleşim, 1515 tarihinde Osmanlı topraklarına katılmıştır.1524 yılına kadar Osmanlı yönetimine bağlı Eyyubi yöneticiler tarafından idare edilen Hasankeyf, bu tarihten itibaren Osmanlı idarecileri tarafından yönetilmeye başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren ana ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı-İran savaşları sonucunda ticarette görülen duraklama neticesinde şehir önemini yitirdi. 1867 yılından sonra Mardin Midyat’a bağlı olan yerleşim, 1926 yılında Gerçüş ilçesine bağlanmıştır. 1990 yılında Batman’ın il olmasıyla ilçe bu şehre bağlanmıştır. Ilısu Barajının yapılması kararlaştırılınca tarihi yerleşimin sular altında olacak olması nedeniyle 3 km uzaklıkta yeni yerleşim kuruldu. Bu esnada tarihi yerleşimdeki Artuklu Hamamı, Sultan Süleyman Koç Camisi, İmam Abdullah Zaviyesi, Er-Rızık Camisi ve minaresi, Zeynel Abidin Türbesi, Eyyubi (Kızlar) Camisi ve kale giriş orta kapısı gibi büyük ölçekli yapılar ile türbe ve zaviye gibi tarihi yapılarda Dicle Nehri kıyısında kurulan Kültürel Park’a taşındı. 2019 yılı Kasım ayında Ilısu Barajı’nın su tutmasıyla 2020 yılı Şubat ayından itibaren su altında kalmaya başlamıştır. Koruma altına alınan Yukarıkale ise yapılan çalışmalar sonucu su altında kalmaktan ve zarar görmekten korunmuştur.
NÜFUS
1526 yılında Hasankeyf’te 1301 hane bulunmakta olup, bunlardan 787 hanede Hıristiyanlar, 494 hanede Müslümanlar ve 20 hanede de Yahudiler yaşamaktaydı. 16. yüzyılın ikinci yarısında yerleşim daha da büyümüş ve 1006’sı Hristiyanlara, 694’ü Müslümanlara ait olmak üzere hane sayısı 1700’ e yükselmiştir. 1935 yılında 1425 kişiden oluşan nüfus, 1990 sayımına göre 4399’a yükselmiştir. 1975 nüfus sayımlarına göre ilçe nüfusu 13.823 olan Hasankeyf’in, sürekli verdiği göçler nedeniyle 2000 yılında nüfusu 7493’e düşmüştür.
Günümüzde; ilçenin çoğunluğunu Kürtler oluşturmak üzere Araplar ve Türkler beraber yaşamaktadır. Hasankeyf’in merkezinde yaşayanların çoğu Arapça ve Kürtçe, köylerinde yaşayanlar ise genellikle Kürtçe konuşmaktadır.
Tarihi İlçe Hasankeyf
Diclenin kıyısında, zamanında medreseler, rasathane, darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olan Hasankeyf, ulaşım yolları ve ticaret merkezlerinin yer değiştirmesiyle günümüzde önemini yitirmiştir.
İlçe, sahip olduğu zengin tarihsel yapılar nedeniyle 1981 yılında bütünüyle sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. GAP projesi kapsamında bulunan Ilısu Barajı nedeniyle bu tarihsel yapılar bütünüyle sular altında kalacaktır.Bu konuda çalışmalar Kültür Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.
Tarihçe:Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu tam olarak bilinememektedir.Şehrin jeopolitik yapısı çok eski bir yerleşim merkezi olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.Bugün bile zaman zaman bazıları mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağaralar, insanların çok eski çağlarda burada yerleştiklerini göstermektedir.
Mevcut bilgilere göre,Hasankeyf kalesinin kurulması,MS. 4’üncü yüzyıla rastlamaktadır.Bu yüzyıl ortalarında, Diyarbakır çevresini ele geçiren Bizans İmparatoru Konstantinos, bölgeyi korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir.Bu iki kaleden birisi Hasankeyf Kalesidir.
Kale,Sasanilere karşı siyasi bir önem kazanınca, daha sağlam bir şekilde yeniden tahkim edilmiştir.Hasankeyf, MS. 639 yılında Emeviler tarafından fethedilmiştir.Bu tarihten sonra;Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ye Osmanlılar hakimiyet kurmuşlardır.Hasankeyf en parlak dönemini Artuklular döneminde yaşamıştır.Merkezde bu dönemden kalan pek çok tarihi eser mevcuttur.
İklim: Bölgeye hayat veren Dicle Nehri, yörenin iklimini de etkilemektedir.Nehir kış aylarının ılıman geçmesini sağlamaktadır. Ortalama sıcaklık 25° C olup en yüksek ortalama ısı 40-43° C, en düşük ortalama ısı 6-8° C arasında değişmektedir.
Hasankeyf Mağaraları
‘Mağaralar Şehri’ ya da “Kayalar Kenti“ anlamına gelen Hasankeyf, kayalara oyulmuş mağara şeklindeki binlerce konuta sahptir. term karanlık çağlarından beri veya insanlığ ıı yerleşik hayata uyum saâadığı tarihten bu yana bir bannma ve iskân yeri olarak kullanılan Hasankeyf’teki bu mağaralar, yapılış biçimlerinden hiçbir şey kaybetmeden gününüze kadar gelmiş ve her devirde bu çok fonksiyonlu özellik erini korumuşlardır.
Sayılan 4 bini bulan bu mağaralar, milattan önce Kuzey Mezopotamya’da hükümranlık sürdüren Sümerlere, Asurlulara ve Babillilere barınma merkezi olmuşlardır: Başlı başına bir yerleşim alanı ve tarihi süreç içinde birçok medeniyetlerin merkezi olan Hasankeyf Kalesi’ndeki bu mağaralara, karşı kayalıklardan birleşık kaplar esasına dayalı sifon benzeri bir sistemle, düz alanlara döşenen künkler ve kayalıklara oyulan kanallardan sonra 200 metre derinliğindeki bir vadiden temiz su ulaştırılmıştır. Fizik kanunlarına ilham olmuş çok sayıdaki su sistemini, Hasankeyf’te görmek mümkündür.
Hasankeyf Kalesi
Dicle Nehri kenarından ortalama 135m yükseklikte yekpare kaya kütlesi üzerine kurulmuştur. Doğal yapısına uygun surları ve görkemli kapılarıyla “Yukarı Şehir” olarak da adlandırılan İç Kale, stratejik önemi nede¬niyle MS IV. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nca askeri üs olarak kullanılmış olup 1970’li yıllara kadar da yerleşim alanı olarak kullanılmaya devam etmiştir.
Yaklaşık iki bin civarında evin yer aldığı kalenin manzaraya en hâkim noktalarında, hükümdar aileleri için sarayların inşa ettirildiği görülmektedir. Kalenin doğu ve güney doğusundaki vadide mağara iskanı olarak nitelendirilebilecek çok sayıda ev ve dükkan yer almaktadır. Buradaki konutların çoğu kayaya oyulmuş olmakla beraber birçok evin önünde kuyular bulunmaktadır.
Kalenin dikkat çeken bir özelliği de buraya gerek Eyyubiler, gerekse Artuklular döneminde kaynak suyu çıkarılmış olmasıdır. Kaleden daha yüksek mevkilerde yer alan membalardan zaman zaman yerlere toprak künkler yerleştirilerek; zaman zaman da kayalar oyularak, kaleye su ulaştırılmıştır.
İç Kale’nin ilk giriş kapısı ile surlar ve Büyük Saray’ın ana kütlesi Roma Dönemi’nden kalmadır. Ulu Cami’nin ilk yapısı, Büyük Saray’ın bir bölümü ve kaleye ulaştırılan su sistemleri gibi birer Artuklu eseri olan ve kente ikinci kimliğini kazandıran Artuklu Devleti’nin eserleri yer alır. Yukarı Şehir’in günümüze yansıyan görüntüsünü Eyyûbi Dönemi eserleri oluşturmaktadır. Küçük Saray, Büyük Saray’ın bir bölümü ile üç kale kapısı Eyyûbiler tarafından yapılmış veya onarılmıştır. Osmanlı Dönemi’nde, harabe haline gelmiş ve kısmen terk edilmiş bir kent durumundaki Hasankeyf’te, İç Kale de özelliğini yitirdiğinden mağaralar yeniden düzenlenerek yerleşime açılmıştır.
Zeynel Bey Kümbeti
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey için yapılmış olup Akkoyunlu Beyliği devrinden (1460-1487) kalma bir anıt mezardır. Anadolu’daki anıt mezar geleneğinin ilk örneği olan Zeynel Bey Kümbeti’nin kuzey kapısı üzerindeki kitabede “11 Ağustos 1473 yılındaki Otlukbeli Savaşı’nda şehit düşen Bahadır Han Hasan Bey’in oğlu Zeynel Bey için yapıldığı” anlatılır. Daire planlı mezar odasının üzerinde, dıştan daire plan içten de sekizgen plan devam edilerek esas gövde yapısı yükseltilmiştir. Tavanı kubbe şeklinde olup konik bir külahla örtülüdür. Gövde kısmını dıştan çevreleyen alt alta 3 sıra halindeki çinilerle yazılmış “AllahMuhammed-Ali” yazıları, kümbetin mimari yapısına ayrı bir estetik vermiştir. Ülkemiz sınırları içinde kendi türünün tek örneği olan bu silindirik yapı, üzerindeki çini süsleme yazılar ve kitabesiyle dikkatleri üzerine
çekmektedir. Mimari Abdurrahman oğlu Pir Hasan isimli bir zattır